Alaplı Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Alaplı Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Alaplı Mutlu Son süre içinde, tüm ortak görüşlerimize, tüm yakınlığımıza karşın, Pradelle ile aramda aşılmaz uçurumlar bulunduğunu anladım. Onun salt akla dayanan bunalımında, kendi huzursuzluğumu, kendi bunalımımı bulamıyordum. Pradelle’i, “karmaşık olmayan, esrarengiz olmayan, anlaşılması zor olmayan, aklı başında bir bilim adamı” olarak niteleyiverdim. Ciddiliği ve felsefe konusundaki içtenliği yüzünden, ona Jacques’tan daha büyük bir hayranlık duyuyordum; ama Jacques’ta Pradelle’de olmayan bir şey vardı. Luxembourg Parkı’nda yürürken, ikisinden biri benimle evlenmek istese, ikisini de istemezdim diye düşündüm. Beni hâlâ Jacques’a bağlayan şey, onu çevresindekilerden ayıran o dağınıklıktı. Ne var ki, dağılmış bir kişilik üzerine sağlam, somut bir şey kurulamazdı; oysa ben, bir düşünce sistemi, bir sanat eserı kurmak istiyordum. Pradelle, benim benzer biçimde, bir Alaplı Yakasıdı.

Alaplı Mutlu Son derslikına ve derslikının yaşantısına tamamen ayak uydurmuştu. Burjuva toplumunu büyük bir açık yüreklilikle kabul ediyordu. Jacques’ın nihilizmini iyi mi çekemiyorsam, Pradelle’in iyimserliğini de çekemiyordum. Üstelik, ayrı ayrı nedenlerden dolayı, ikisi de benden ürküyordu. O günlerde evlilikle aşk içinde bir ayrım yapmadığım için, “erkekler benim gibi kadınlarla evlenir mi, ” diye belirli bir melankoli içinde düşünüyordum. “hakkaten tamamen benim olacak, beni tamamen anlayabilecek ve temelde benim eşim olabilecek ferdin varolmadığına inanmıyorum.”

Alaplı Mutlu Son

Alaplı Mutlu Son öteki insanlardan koparan, bir tek bende var şeklinde görünen bir yırtıcılık, bir ataklıktı. Pradelle ile böyle bir çıkmaza girişim, yalnız başıma bir yaşam sürmemin yazgı olduğuna bir kere daha inandırdı beni. Salt arkadaşlık söz konusu olduğu zaman, Pradelle ile pek iyi anlaşıyorduk. Onun hakikate olan tutkusunu, dürüstlüğünü beğeniyordum. Duygularıyla düşüncelerini karıştırmıyordu. Onun bu yansız tutumunun etkisiyle, çoğu kez, kendi ruhsal durumlarını düşüncelerimle karıştırdığımı fark ettim. Beni düşünmeye zorluyor; işin özüne inmeye yöneltiyordu. Artık eskisi şeklinde, her şeyi biliyorum diye böbürlenmiyordum. Tam tersine; “aslabir şey bilmiyorum, aslabir şey. Üstelik sadece ne cevap vereceğimi bilmemekle kalmıyor, soruyu da gereğince biçimleyemiyorum, ” diyordum. Kendimi aldatmamaya karar verdim; Pradelle’e beni yanılgılardan, aldatmacalardan kurtarmasını rica ettim, Pradelle, benim “canlı vicdanım” olacaktı. Önümdeki yıllan, bıkıp usanmadan hakikati aramakla geçirmeyi kararlaştırdım.

“Hakikati bulana dek, köle gibi çalışacağım” diyordum. Pradelle, felsefeye yeniden ilgimi çekmekle bana en büyük yardımı yaptı. Belki ondan da değerlisi, bana yeniden neşelenmeyi öğretti. Neşelenmek sanatını bana ondan başka öğretebilecek kimse yoktu. Koskoca dünyayı öylesine hafifçe bir yükmüş gibi taşıyordu ki, dünya bana da ağır gelmemeye başladı. Luxembourg Parkı’ nda, gökyüzünün sabah maviliği, yeşil çimenler ve güneşin ışıltıları, en mutlu günlerimdeki benzer biçimde, havaların hep güzel olduğu günlAlaplıi şeklinde görünüyordu. “Dallar, yeni yeni kalınlaşmaya başlıyor, yeni sürgünler veriyorlar. Bu taze dallar, arkalarında kalan büyük boşluğu, aslaliği, sanki yokmuşçasına gözden gizliyorlar.” Bu, bir yaşfakat luğu duyuyorum, metafizik endişelerden kurtuluyorum anlamına geliyordu. Bigün Pradelle’le yürüyerek eve dönerken, annemle karşılaştık. Onu anneme tanıştırdım. Annem, hoşlandı. Aslına bakarsan herkes beğenirdi Pradelle’i. Bu, arkadaşlığımızı büsbütün perçinledi.